Hulki Aktunç, iyi bir kedi adında mutlaka S olmalıdır diyordu bir yazısında. Kedilerin S ile akraba seslere duyarlı olduklarını vurguluyordu ya, ben o yazıyı
kediyi bulduktan sonra okudum.
‘Serpin’ adı ilk kez bir başka şairin, Cemal Süreya’nın güncelerinde çıkmıştı karşıma. Bir de sevgilisi vardı Serpin’in, Nuri.
Kim ola ki bu Serpin, ve Nuri? Onca değerli şairin yazarın arasında, iki gencin zaman zaman ve üstelik sadece adlarıyla anılıyor olmalarına tutuldum. Kıskandım onları. En çok da Serpin’i. Nasıl kıskanmam, Cemal Süreya’ya mektuplar yazıyordu Serpin, hem de güncelerine girecek kadar güzel mektuplar. Süreya da ona karşı daha bir sevecen görünüyordu. İkisine de öyleydi gerçi ama, Serpin’de Cemal Süreya’nın Kadın’a bakışı da açığa çıkıyor, özetleniyordu sanki.
Kim ola ki bu Serpin, ve Nuri?
Günler'den bir gün,
396. Gün, ilkin Nuri çıktı ortaya:
'Kokteylden sonra Nuri ile Taksim’e kadar yürüdük.'
Kim olacak, bir dostudur elbet…
508. Gün, gene Nuri: önce Galata Kulesi’nin yanındaki kahvede otururlar, oradan beraber Kasımpaşa’ya yürürler, yürürken Nuri, Aydın Emeç’in ölümünden, Ferit Edgü’den, Füruzan’dan, maliye müfettişlerinden konuşur; Haliç’e iner ve ayrılırlar:
'O, o tarafa gitti. Ben de Taksim’e.'
Kısa zaman sonra,
517. Gün, Cemal Süreya bu defa amcası Büyük Memo’nun cenazesi için Kasımpaşa’dadır. Kasımpaşa, derin kederin örtüsü altında, yıkık bir kent görüntüsüdür şimdi. Birden:
'Nuri aklıma geldi. Aramayacağım. Hem, Nuri, zaten…'
15 Mayıs 1986.
521. Gün. Tevfik Akdağ’dan Haldun Taner’in ölüm haberini öğrenir Süreya; yeniden yan yana gelir, Ölüm ve Nuri:
'Bir haftada üç ölümüz oldu. Dahası da var, muhakkak da, biz bilmiyoruzdur. Nuri ile Teşvikiye’de, bir yerde oturduk.'
Günler yürür, ikili üçlü buluştukları olur. Kimi bir kahvede otururlar, kimi kitaplardan konuşurlar, derken bir gün Amerika’dan Serpin’in mektubu çıkagelir, Serpin orada senaryo yazmaktadır, Nuri yurda döner…
Gençler ki yetişmekte diyorum içimden Süreya’nın Flaubert çevirisinden esinle. Merakım büyüyor işte: Öyleyse nerede Serpin ile Nuri, bugün? Neyse ki
774. Gün, ağır ağır, bir tuhaflık sezilir gibi olduydu:
'Serpin’i düşünüyorum. Antiller’den mektup atmış. Jamaica senaryosunu kabul etmişler. Nuri’ye benimle mesaj gönderiyor, hayret! Özlemişim Serpin’i.'
Buna dayanarak biraz soluklanıyorum fakat, emin olamıyorum, Güz Bitigi’nden dizeler karışmakta oysa güncelere:
Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. (604. Gün)
Günler’de yer bulan iki mektubun arasına
(830. Gün) iki cümle girince, pürtelaş kalkıyorum yerimden: '
Serpin Brezilya’da. Nuri’ye göre o şimdi Güney Yarımküre’de.' — Sevda Sözleri’ni (YKY) çekip çıkarıyorum:
Uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Çıkarıyorum da ne oluyor? Dizeleri buluyorum, o 20 şiiri iştahla okuyorum, güncelerdeki düşünceleri, imgeleri, yaşam kesitlerini seçebiliyorum hepsinde: hepsi bu kadar. Olağan buluyorum bunları; şiirlerle günler arasındaki aynalara bakmaktan mesutum,
'şairin hayatı şiire dâhil', görüyorum, gelgelelim sorunun ağırlığından kurtulamıyorum bir türlü. Tanrım, gerçekten…
784. gün
Serpin mektubunda ne anlatmak istiyor?
“Bir çay içimi yolculuk, ortak yaşanmış hayat yanılsamasını gerçeğe dönüştürüyor. Uzaklara yolculuk özlemi pekişiyor. Realite yüz değiştirerek geriliyor.
“En barışçı adaya ulaşmışken çeperlerde pusuya yatan o sinsi tehdit ne peki? Yaşama korkusunun serpintileri mi? Son yılları püskürük sivriltilerle, adalarla, meteor çukurlarıyla bezeyen özel azman kümesinin eşiğinde kristal yoğunluğundaydı bu korku.”
Ağustos 1987
Yüzde 90 eminim şimdi. Bana öyle geliyor ki, Cemal Süreya birçok şeyi bir arada
deniyor burada. Kendisini bir kadının yerine koyarak, kendisine mektup yazıyor bir defa.
Amatör bir kalemi
canlandırıyor. Öyle ki, 'ustanın gözüne girme telâşı'nı hicveden bir havası var metnin. Kitsch ile Sanat arasına incecik bir çizgi çekiyor, orada müthiş bir denge kuruyor. Hiciv dedim ama, Serpin’e toz kondurmuyor.
812. Gün geliyor, Cemal Süreya Güz Bitigi kitabını meğer
Serpin ile Nuri için yazmış, öğreniyoruz. Yüzde 99, şimdi. Kesinlemek olanaksız, hâlâ.
868. Gün
“…Ayağımın dibine gümüş tellerle işli al bir gelin gömleği serilmiş. Bir zamanlar onu giymiş olanın yüzü yok ortalıkta. Yine de bedeninin kabartıları, sıcaklık dalga dalga yayılıyor. İçi boş kollarının üstüne birer mercan küpe yerleştirilmiş. Beline de örme bir altın kemer...”
Bir kısmını alıntıladığım "mektup" için üç olasılık söz konusu, bana kalırsa: Serpin’in mektubu sürüyor olabilir. Serpin’in yeni bir mektubu, olabilir. Ya da ola ki Nuri’dir bu kez, rüyasını anlatan.
Ne farkeder, bir kuşkum yok artık: Ne Serpin diye birisi var aslında, ne de Nuri.
Diyorum, Cemal Süreya tüm '
kuzular için' yazmış son kitabını. Siz, Saatleri’nde, şunları söylüyor Serpin ile Nuri'ye:
'Saatlerle yaşadınız.
Düşlerinizde doğulu bir ressamın elinden çıkmış ağırlıksız yapraklar.'
Bir Mineli
Bir mineli altın saat,
Bir altın köstek ve madalyon
Bir roza maşallah
On iki miskal inci.
Madalyonunu ve boncuğunu
İttim içeri,
Gözlerimizin dibi karıştı
Dağyollarının uzak dumanı gibi.
Ve konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Bir sigara yakıyorum, boynunu ve yollarını düşlüyorum.
---
Aylar sonra bir gece, gecenin kara bir hayvan gibi sırtıma çöktüğü o gece, tıknefes, Güz Bitigi’ne sığındım. Kimseye gösteremediğim, görmenin de asla mümkün olmayacağı koyu belâ, günler günler saatler, nasıl, ne yapmalı..
Başımın üzerinden “
Tanığınızım.” diye seslenen ak ışık.
Sen, Serpin!
Sen Serpin!
bahçemize
şeytanı sokma sakın.